Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
-"komünizm birey özgürlüklerinin devletçe ipotek altına alındığı faşist bir anlayıştır"
bu ne cürrettir, ne boş cesarettir. bakınız, tarihsel faşizmlerin, yani italya ve almanya örneklerinin; burjuvanın, yükselen proletarya hareketi karşısında devleti bir aygıt olarak elinde tutabilmek adına, özellikle küçük burjuva terörünü örgütlemesiyle ortaya çıktığını biliyoruz. onu tanımlamaya girişen, çerçevesini "finans-kapitalin, en gerici diktatörlüğü" diye tarifleyen dimitrov bile, bu geniş çerçeve dışında faşizmlerin tarihsel-yerel özgünlükler taşıyacağını ve bu yüzden kesin olarak tanımlanamayacağını söylemişti. şimdi kesin olarak tanımlanamama durumunu bir kenara bırakalım, komünizmi -aslında komünizmi de değil, proletarya diktatörlüğünü, reel sosyalizm pratiklerini- kapitalizmin en gerici biçimi olan faşizmle bir tutmak, ne cahilce bir iftiradır, lütfen anlatınız.
bu cahillik de bir köşede dursun, reel sosyalizm pratiklerinin bir kısmından dolayı elinize geçen şu birey özgürlüğü kozundan konuşalım. hatırlayalım, burjuva devrimleri ile işçi sınıfı lütfedilmiş bir özgürlük kazanmıştı: "emeği, tercih edilen sermayedara satma" özgürlüğü. sermayedar sayısı nispetinde genişleyen bir özgürlük, gerçekten nefes açıcı. (burada, burjuva toplumu sürdükçe -somut ve aynı zamanda teorik olarak- "herkesin"* günün birinde küçük burjuva veyahut "bağımsız profesyonel" olamayacağında herhalde anlaştığımızdan, ajansları, garaj kuruluşlarını, bakanlıklardan hibeli köşeyi dönme hayallerinizi elbette göz önünde bulunduramıyoruz. üretim araçlarının mülkiyeti ortadan kalkmadıkça birilerini emeğini satmak zorundadır.) fakat bu lütfedilmiş özgürlük, elbette emeği satma ve emek sömürüsüne maruz kalma zorunluluğunu ortadan kaldırmadı. (bu sömürüyü "yalnız" işçinin cebine giren paranın alım gücüyle sınırlamak, meseleyi özellikle kültürel olarak işçi sınıfından kopmuş beyaz yaka bağlamında anlamayı güçleştirecektir.) "insani" -bu da ne demekse- olsun ya da olmasın, şimdilik dünya genelinde kabul gören çalışma saatlerinin -beyaz yaka için mesai saatini de aşmış ve "yaşamın kendisi" olmuş o bitmez tükenmez saatler- ve biçiminin insan yaşamı için kısıtlayıcılığı malumdur. siz özgürlüğü, tarihsel ve sosyal bağlamından kopararak anladığınız "insanlık"la dilediğiniz yere dilediğiniz kadar yürüyebilmek ya da istediğiniz dergiyi gönlünüzce karıştırabilmek olarak anlayabilirsiniz. fakat dünyanın çoğunluğunun emeğini satmak zorunda olması demek, beslenmede, konaklamada, giyimde, solunan havada, kültürde ve yavaş yavaş elbette düşüncede mahkumiyet demektir. tüm bunlar, karikatürize etmeye meraklı olduğunuz biçimde, yalnız bazı besinlerle sınırlı, eski, kıtlık tipi beslenmeler yerine, endüstriyel üretimin marazlarıyla malul besinler; kırık dökük barakalar yerine şehirlerde merkezlerden dışa doğru süpürülmüş yerleşim yerleri demektir. bu mahkumiyet, aynı zamanda giderek yok olan doğal kaynakları getirir; -ve aynı doğal kaynakların yok edenlerce malzeme edildiği mide bulandırıcı sosyal sorumluluk projelerini- kimi zaman yerin dibine soktuğunuz moda rüzgarlarını, azalarak televizyonun ve onun yerini dolduran internetin -tüm imkanlarına rağmen- indirgemeciliğini, piyasalaşmış sanatı, düşünce ürünü diye yutturulan metayı... özgürlük aynı zamanda bir haklar meselesidir ve bugün zamanla uygulamada yozlaşmış kimi sosyalizm pratiklerinden medet umarak, insanı tüketen kapitalizmin hele hele özgürlük başlığındaki faziletlerinden bahsetmek insana ihanet olur.
-"insanları komünizme ikna edemezsiniz, çünkü yaratıcılar/çalışanlar ve çalışmayanlar olarak ikiye ayrılırlar"
işte toplumun girift yapısını açıklayan nefis bir tahlil. bence de insanlar ikiye ayrılır, murat ertel'in söylediği gibi: "pırasa sevenler ve pırasa sevmeyenler..." aslında bu tahlilin kulağı tersten tuttuğunu söyleyebiliriz, çünkü aynı tahlili bir bakıma marks da yapmıştır, sadece biraz değişik bir biçimde: "çalışmayanlar" olarak andığı burjuvazinin sürekli zenginleştiğinden, emekçi sınıfların ise sürekli fakirleştiğinden bahsederken... evet, komünizm, devlet aygıtını, yaratanların ele geçirip kendi yararlarına dönüştürmesi ve tüm sınıfları ortadan kaldırmasına, haliyle devletin de sönümlenmesine dayanan somut harekettir. evet, bu tarafıyla bir ikna sorunu gözükmüyor.*"yaratan" kimdir, "çalışmayan" kimdir, tüm bunlar emekle ilgili kavramlardır.
- sevgili badilerimden biri "marx'a göre insanoğlu rasyonel bir canlıdır ve bu nedenle kendi yaşamı boyunca, hayati konularda akılcı olan yöntemleri seçer." demiş ve sonra bu türden bir sosyal hayvan olmadığımızı neredeyse karıncaları rasyonalizme insan türünden daha yakın bularak anlatmaya çalışmış. "eğer insan dediğimiz yaratık evrensel doğa kanunları ile uyum içinde olsaydı yahut diğer sosyal hayvanlar gibi olsaydı bu fikir gayet tabii mümkün olabilirdi. örneğin bir karınca ya da arı kolonisi gibi bir yaşamı benimsemiş olsaydı." yoksa rasyonalizm sizin sınırladığınız anlamıyla bir doğa armağanı mıydı? hani şu "insan doğası" dediğinizden... oysa tüm anti-komünist eleştirilerde, insan doğasının akılcılığa mahal vermediği söylenir.
engels, ütopik ve bilimsel sosyalizm'de ütopyacıları eleştirirken ilk alıntıdaki bu kof rasyonalizmden bahseder; saint-simon'un, owen'ın, tarihe bakıp da o güne değin komünizmin uygulanamama sebebini, ancak ve ancak insanların bunu "akıl edememiş" olmalarında bulduklarını anlatırdı. ütopyacılar için akıl etmek yeterliydi, tıpkı genç hegelciler için dinin tasfiyesinin sırrının yalnız düşünsel kavramların tasfiyesinde yattığı gibi... fakat bu aklı her zaman üretim ilişkilerinin biçimlendirdiğini görememişlerdi. bu anlamda marks'ın rasyonalizmi, sırf "akılcı olduğu için gerekir"cilikten ziyade, tarihin tümüne uygulanacak, onun şimdiki halini ve geleceğini açıklayacak, statik olmayan şablonun yaratılmasıydı. sizin bu rasyonalizm diye sınırladığınız teori, daha önce belirttiğimiz üzere ve beklendiği üzere evvela doğa bilimlerine dayanır: dolayısıyla temelinde biyoloji de vardır -çünkü bu olmadan antropoloji olamaz, tarih olamaz- ve heyecan verici bir biçimde, insanı incelemeye onun hayvanlığından başlar!
elbette insan akılcı bir varlık, üstelik bunu reddederken, tam da bunu kanıtlayan doğa bilimlerine koşar gibi yapmak düşünülemez. hayvanlarda rastladığımız, bizimkinden farklı beyin kısımlarının gelişimiyle ortaya çıkan farklı zeka türleri bir yana, insan beyninin dünyadaki canlılar içinde en evrimleşmiş beyin olduğu sabittir. tüm eleştirilerimize rağmen aydınlanma geleneği de bu evrimin, şimdilik son parçası, son ürünüdür. bir bakıma da, eğer hayvansılık salt başkasını düşünmeyen arzu ise -ki böyle bir ayrıştırma da kabul edilemez gözüküyor- bunun terbiyesidir de, fakat bu alıntılarda bu kadar tutarlı bir hayvansılık tanımı bile yok. ve son olarak, "doğallık" atfettiğimiz kimi bireysel güdüler adına sosyalizmi uygulanamaz addederken bir taraftan da gelişmiş bir beynin rasyonalizmi ile karıncalarınkini karşılaştırmak en hafif tabirle gülünç. hangisi "doğallık" ya da "hayvansılık" şimdi, arının kollektifliği mi, insanın aynı zamanda karmaşıklaşmış beynine "rağmen" taşıdığı bireysellik mi?
bir anti-komünizm kuşağının daha sonuna gelmiş bulunmaktayız. yayında emeği geçenlerle ideolojik, yapımda emeği geçenlerle siyasi mücadelemiz tüm hızıyla sürecek.
Tarih: 2018-04-10 00:01:24 Kategori: Yönetim Bilimi
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Komünizm Nedir? Nedir
bu ne cürrettir, ne boş cesarettir. bakınız, tarihsel faşizmlerin, yani italya ve almanya örneklerinin; burjuvanın, yükselen proletarya hareketi karşısında devleti bir aygıt olarak elinde tutabilmek adına, özellikle küçük burjuva terörünü örgütlemesiyle ortaya çıktığını biliyoruz. onu tanımlamaya girişen, çerçevesini "finans-kapitalin, en gerici diktatörlüğü" diye tarifleyen dimitrov bile, bu geniş çerçeve dışında faşizmlerin tarihsel-yerel özgünlükler taşıyacağını ve bu yüzden kesin olarak tanımlanamayacağını söylemişti. şimdi kesin olarak tanımlanamama durumunu bir kenara bırakalım, komünizmi -aslında komünizmi de değil, proletarya diktatörlüğünü, reel sosyalizm pratiklerini- kapitalizmin en gerici biçimi olan faşizmle bir tutmak, ne cahilce bir iftiradır, lütfen anlatınız.
bu cahillik de bir köşede dursun, reel sosyalizm pratiklerinin bir kısmından dolayı elinize geçen şu birey özgürlüğü kozundan konuşalım. hatırlayalım, burjuva devrimleri ile işçi sınıfı lütfedilmiş bir özgürlük kazanmıştı: "emeği, tercih edilen sermayedara satma" özgürlüğü. sermayedar sayısı nispetinde genişleyen bir özgürlük, gerçekten nefes açıcı. (burada, burjuva toplumu sürdükçe -somut ve aynı zamanda teorik olarak- "herkesin"* günün birinde küçük burjuva veyahut "bağımsız profesyonel" olamayacağında herhalde anlaştığımızdan, ajansları, garaj kuruluşlarını, bakanlıklardan hibeli köşeyi dönme hayallerinizi elbette göz önünde bulunduramıyoruz. üretim araçlarının mülkiyeti ortadan kalkmadıkça birilerini emeğini satmak zorundadır.) fakat bu lütfedilmiş özgürlük, elbette emeği satma ve emek sömürüsüne maruz kalma zorunluluğunu ortadan kaldırmadı. (bu sömürüyü "yalnız" işçinin cebine giren paranın alım gücüyle sınırlamak, meseleyi özellikle kültürel olarak işçi sınıfından kopmuş beyaz yaka bağlamında anlamayı güçleştirecektir.) "insani" -bu da ne demekse- olsun ya da olmasın, şimdilik dünya genelinde kabul gören çalışma saatlerinin -beyaz yaka için mesai saatini de aşmış ve "yaşamın kendisi" olmuş o bitmez tükenmez saatler- ve biçiminin insan yaşamı için kısıtlayıcılığı malumdur. siz özgürlüğü, tarihsel ve sosyal bağlamından kopararak anladığınız "insanlık"la dilediğiniz yere dilediğiniz kadar yürüyebilmek ya da istediğiniz dergiyi gönlünüzce karıştırabilmek olarak anlayabilirsiniz. fakat dünyanın çoğunluğunun emeğini satmak zorunda olması demek, beslenmede, konaklamada, giyimde, solunan havada, kültürde ve yavaş yavaş elbette düşüncede mahkumiyet demektir. tüm bunlar, karikatürize etmeye meraklı olduğunuz biçimde, yalnız bazı besinlerle sınırlı, eski, kıtlık tipi beslenmeler yerine, endüstriyel üretimin marazlarıyla malul besinler; kırık dökük barakalar yerine şehirlerde merkezlerden dışa doğru süpürülmüş yerleşim yerleri demektir. bu mahkumiyet, aynı zamanda giderek yok olan doğal kaynakları getirir; -ve aynı doğal kaynakların yok edenlerce malzeme edildiği mide bulandırıcı sosyal sorumluluk projelerini- kimi zaman yerin dibine soktuğunuz moda rüzgarlarını, azalarak televizyonun ve onun yerini dolduran internetin -tüm imkanlarına rağmen- indirgemeciliğini, piyasalaşmış sanatı, düşünce ürünü diye yutturulan metayı... özgürlük aynı zamanda bir haklar meselesidir ve bugün zamanla uygulamada yozlaşmış kimi sosyalizm pratiklerinden medet umarak, insanı tüketen kapitalizmin hele hele özgürlük başlığındaki faziletlerinden bahsetmek insana ihanet olur.
-"insanları komünizme ikna edemezsiniz, çünkü yaratıcılar/çalışanlar ve çalışmayanlar olarak ikiye ayrılırlar"
işte toplumun girift yapısını açıklayan nefis bir tahlil. bence de insanlar ikiye ayrılır, murat ertel'in söylediği gibi: "pırasa sevenler ve pırasa sevmeyenler..." aslında bu tahlilin kulağı tersten tuttuğunu söyleyebiliriz, çünkü aynı tahlili bir bakıma marks da yapmıştır, sadece biraz değişik bir biçimde: "çalışmayanlar" olarak andığı burjuvazinin sürekli zenginleştiğinden, emekçi sınıfların ise sürekli fakirleştiğinden bahsederken... evet, komünizm, devlet aygıtını, yaratanların ele geçirip kendi yararlarına dönüştürmesi ve tüm sınıfları ortadan kaldırmasına, haliyle devletin de sönümlenmesine dayanan somut harekettir. evet, bu tarafıyla bir ikna sorunu gözükmüyor.*"yaratan" kimdir, "çalışmayan" kimdir, tüm bunlar emekle ilgili kavramlardır.
- sevgili badilerimden biri "marx'a göre insanoğlu rasyonel bir canlıdır ve bu nedenle kendi yaşamı boyunca, hayati konularda akılcı olan yöntemleri seçer." demiş ve sonra bu türden bir sosyal hayvan olmadığımızı neredeyse karıncaları rasyonalizme insan türünden daha yakın bularak anlatmaya çalışmış. "eğer insan dediğimiz yaratık evrensel doğa kanunları ile uyum içinde olsaydı yahut diğer sosyal hayvanlar gibi olsaydı bu fikir gayet tabii mümkün olabilirdi. örneğin bir karınca ya da arı kolonisi gibi bir yaşamı benimsemiş olsaydı." yoksa rasyonalizm sizin sınırladığınız anlamıyla bir doğa armağanı mıydı? hani şu "insan doğası" dediğinizden... oysa tüm anti-komünist eleştirilerde, insan doğasının akılcılığa mahal vermediği söylenir.
engels, ütopik ve bilimsel sosyalizm'de ütopyacıları eleştirirken ilk alıntıdaki bu kof rasyonalizmden bahseder; saint-simon'un, owen'ın, tarihe bakıp da o güne değin komünizmin uygulanamama sebebini, ancak ve ancak insanların bunu "akıl edememiş" olmalarında bulduklarını anlatırdı. ütopyacılar için akıl etmek yeterliydi, tıpkı genç hegelciler için dinin tasfiyesinin sırrının yalnız düşünsel kavramların tasfiyesinde yattığı gibi... fakat bu aklı her zaman üretim ilişkilerinin biçimlendirdiğini görememişlerdi. bu anlamda marks'ın rasyonalizmi, sırf "akılcı olduğu için gerekir"cilikten ziyade, tarihin tümüne uygulanacak, onun şimdiki halini ve geleceğini açıklayacak, statik olmayan şablonun yaratılmasıydı. sizin bu rasyonalizm diye sınırladığınız teori, daha önce belirttiğimiz üzere ve beklendiği üzere evvela doğa bilimlerine dayanır: dolayısıyla temelinde biyoloji de vardır -çünkü bu olmadan antropoloji olamaz, tarih olamaz- ve heyecan verici bir biçimde, insanı incelemeye onun hayvanlığından başlar!
elbette insan akılcı bir varlık, üstelik bunu reddederken, tam da bunu kanıtlayan doğa bilimlerine koşar gibi yapmak düşünülemez. hayvanlarda rastladığımız, bizimkinden farklı beyin kısımlarının gelişimiyle ortaya çıkan farklı zeka türleri bir yana, insan beyninin dünyadaki canlılar içinde en evrimleşmiş beyin olduğu sabittir. tüm eleştirilerimize rağmen aydınlanma geleneği de bu evrimin, şimdilik son parçası, son ürünüdür. bir bakıma da, eğer hayvansılık salt başkasını düşünmeyen arzu ise -ki böyle bir ayrıştırma da kabul edilemez gözüküyor- bunun terbiyesidir de, fakat bu alıntılarda bu kadar tutarlı bir hayvansılık tanımı bile yok. ve son olarak, "doğallık" atfettiğimiz kimi bireysel güdüler adına sosyalizmi uygulanamaz addederken bir taraftan da gelişmiş bir beynin rasyonalizmi ile karıncalarınkini karşılaştırmak en hafif tabirle gülünç. hangisi "doğallık" ya da "hayvansılık" şimdi, arının kollektifliği mi, insanın aynı zamanda karmaşıklaşmış beynine "rağmen" taşıdığı bireysellik mi?
bir anti-komünizm kuşağının daha sonuna gelmiş bulunmaktayız. yayında emeği geçenlerle ideolojik, yapımda emeği geçenlerle siyasi mücadelemiz tüm hızıyla sürecek.
Tarih: 2018-04-10 00:01:24 Kategori: Yönetim Bilimi
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx